30 Mart 2009 Pazartesi

GÖRKEMLİ 55 ARKEOLOJİK YERDEN BİRİ ENEZ

Enez / Ainos Türkiyenin gezilmesi gereken "görkemli 55 arkeolojik yer" özel kolleksiyon kitabında.
Kaynak: Atlas Dergisi

27 Şubat 2009 Cuma

KİLLİK ALANI SONDAJI

1. Killik Alanı Yol Sondajı
Killik adıyla bilinen alan Enez’in ikinci yüksek tepesini oluşturur. Enez Belediyesi tarafından killiğin güneyinde yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında M.Ö. 6 ve 5. yüzyıllara tarihlenen kırık vaziyette çok miktarda çömlek parçaları toplu olarak ortaya çıkmıştır. Çevrede yaptığımız kazı çalışmaları sonrasında buranın 1.50 m derinliği olan kil dinlendirme havuzu olduğu anlaşılmıştır. Havuz tabanın 0.40 m kalınlıktaki bölümü tamamen saflaştırılmış kil içerdiği anlaşılmıştır. Bunun üzerindeki tabaka ise, Klasik Çağ’a tarihlenen keramik kap kırıkları ve özellikle defolu amfora kalıntıları ile dolu olduğu görülmüştür. .Kalıntılar, bu kil havuzunun en geç M. Ö. 4. yüzyıla ait olduğunu gösterdiği ve Enez’de gelişmiş bir çömlekçiliğin varlığını kanıtladığı için çok önemlidir
2. Killik Tepe Üstü Sondajı
   Killik alanının doğu kesiminde yaptığımız sondajlarda, yerli kayanın işlenerek mekanlar oluşturulduğu anlaşılmıştır. Çalışma alanlarımızın dar yerlerde yapılmış olmalarından dolayı, bu mekanların planları hakkında bilgi edinmek mümkün olmamıştır. Ancak, içlerinden ele geçen çömlek kalıntıları, tepenin M.Ö.6.yüzyılın başlarından itibaren yerleşildiğini göstermektedir

MERİÇ AÇMASI

Şehir merkezinde, Bekir Kara Caddesi kenarındaki boş alanda, dört kazı sezonu süresince yaptığımız kazı çalışmaları, bize Hellenistik veya Roma Cağı Antik Ainos kentinin önemli caddelerinden birini tanımamıza neden olmuştur. Bugünkü toprak üst düzeyinin 2.15 m altında ortaya çıkan cadde kuzey–güney yönünde uzanmaktadır. Cadde, büyük blok taşlarla balık sırtı biçiminde döşenmiştir.
   
Ortasında, taşların altıda üstü yapı taşlarıyla tonoz biçiminde örülmüş antik kentin kanalizasyonu bulunmaktadır. Caddenin iki yanında ayrıca suyun akıntısını sağlayan üstü açık kanallar yapılmıştır. Batı tarafında caddeyi dik kesen dar sokaklar ve aynı döneme tarihlenen ev kalıntıları yer alır.

ROMA VİLLASI AÇMASI

Kale dışındaki en önemli açmalarımızdan biri, Gazi Ömer Bey mahallesindeki Roma Villasında gerçekleştirilmiştir.
  
Bu alandaki yapılaşmadan dolayı tümü açığa çıkartılamayan villanın tabanı irili ufaklı renkli taşçıklardan oluşturulmuş değişik kompozisyonların betimlendiği mozaik ile kaplanmıştır. Mozaikli taban üzerinde bronz heykelcikler ile çok miktarda sikke ve değişik çömleklerin bulunmuş olması, villanın çok zengin bir Enezlîye ait olduğunu göstermekle birlikte, Roma döneminde Enez’in sosyoekonomik yapısını ve halkın yaşam tarzını yansıtmaktadır.
(Fig.9) (Fig.10 )   

NEKROPOL (GÜNEY AÇMASI)

Nekropolün güney uzantısının sınırlarını saptamak amacına yönelik olarak 1996-98 yılları arasında yaptığımız çalışma, nekropolde bu yıla değin açılan kesimin 10 m güneyinde, 150 m’lik bir açmayla gerçekleştirilmiştir. Kazı çalışmalarından önce alan, elektromanyetik yöntemlerle ölçüldü. Bu işlemle yıllardır Enez’de sürdürdüğümüz Arkeojeofizik projesinde sağlıklı sonuçların alınıp alınamayacağının saptanması ile söz konusu projenin arkeolojiye yapacağı katkıların sınırları belirlenebilecekti. Bu amaç doğrultusunda açmada yapılan elektrik ölçümleri sonucunda, açmanın güneybatı ile orta kesiminde bir dirençle karşılaşıldı. Aynı açmada yapılan seviye inme çalışmaları sırasında, açmanın ortasında 3.00 m derinlikte taş duvar kalıntısı ile açmanın güneybatı kesiminde 5.20 m derinlikte irili ufaklı taşlardan oluşan 2 m kalınlığında bir tabakanın varlığı saptandı. Ortaya çıkan söz konusu kalıntının, jeofizik ölçümlerde direnç olarak saptanan kısım olduğu anlaşılmıştır. Elde edilen bu sonuç bize, arkeolojide fen bilimlerinin önemini bir kez daha kanıtlandığını göstermekle kalmamış, aynı zamanda klasik kazıların daha ekonomik ve tahribatsız biçimde yapılabileceğini de göstermiştir. Bütün bunlara rağmen, ülkemizde henüz başlangıç aşamasında olan bu uygulamalarla, öz direnci bulunmayan, yerleşmelerde sık sık karşımıza çıkan kerpiç mimari veya üst üste gelen yerleşme katmanları gibi unsurların saptanmâsı ve sağlıklı sonuçların alınabilmesi, bu gün için olanaksız gibi görülmektedir.       
   Nekropolün güney açmasında, diğer kesimlerde olduğu gibi üst üste gelen 3 gömü tabakası izlenmiştir. Toprak yüzeyine yakın olan en üstteki 1. gömü tabakasının (2.70 m derinlikte) içinde, doğu-batı yönlerde üçü kiremit kapaklı, ikisi doğrudan toprağa yatırılmış vaziyette beş mezar ortaya çıktı. Mezarların içinde hiçbir buluntuya rastlanmamış olması, bunların Erken Hıristiyanlık dönemine ait olduklarını göstermektedir.
 
Açmanın içindeki 2. gömü tabakası, 1. tabakanın 1.00 m altında yer almıştır. Bu tabakada, ikisi doğu-batı dört tanesi kuzey-güney doğrultusunda yerleştirilmiş 6 kiremit mezar ortaya çıkmıştır. Mezarlardan gümüş hal hallar, pişmiş toprak uzun boyunlu şişeler (unguentarium), tabaklar, bakır sikkeler ve bir maşrapa gün ışığına çıkmıştır. Söz konusu eserler, bu gömütlerin 2. yüzyılın ortalarına ait olduklarını göstermektedir.
    
Açmada 3. gömü tabakası, toprak üst seviyesinin 4.50 m altında başlamakta 6.20 m de son bulmaktadır. Tabakada, yönleri kuzey-güney doğrultusunda olan 12 kiremit mezara rastlandı. Bu tabaka mezarlarından ele geçen eserler arasında, içleri 9 yapraklı palmet motifleriyle süslü terra sigilata tabaklar, laginoslar (tek kulplu ince uzun boyunlu, dar ağızlı, şişkin karınlı sürahi), renkli cam şişeler, kemik ve bronzdan üretilmiş saç ve elbise iğneleri ile tıb aletleri ve M.Ö.1. yüzyıla tarihlenen bakır sikkeler yer almıştır.
    
Buluntular, 3. gömü tabakası gömütlerini M. Ö. 1. yüzyılın ortalarından M. S. 1. yüzyılın ortaları arasında kalan zaman dilimine konulmaları gerektiğine işaret ediyorlar. Açmada seviye inme çalışmaları sırasında yerli kayanın üzerinde çöplüğe rastlandı. Iki ayrı tabaka olarak ortaya Çıkan çöplüğün birinci tabakası yaklaşık 50 cm kalınlıkta olup içinde Hellenistik Çağ’a tarihlenen pişmiş toprak eserler ele geçmiştir.
Bunun altında yer alan ve kalınlığı 1.00 m’yi bulan ikinci çöplük tabakasının içinden Arkaik Ve Klasik Çağların özelliklerini taşıyan tüm veya tüme yakın durumda olan pişmiş toprak figürinler, çömlekler ile Enez’de gelişmiş bir tekstil endüstrisinin varlığına işaret eden tekstil ağırlıkları, yine bu çağlara tarihlenen, çok miktarda damgalı amfora kulpu ele geçmiştir.Su içindeki yerleşmeden aşağıya yuvarlandıkları anlaşılan bu kalıntılardan amfora kulpları arasında en çok Thasos adası damgasını taşıyan kulplar egemen durumdadır.Diğer kulplar üzerinde ise Ainos (enez) ve bir miktarda Rodos damgası okunmaktadır. Bunlar Enez’in Eski Çağ’da bölge ticaretinde ve ekonomik alanda oynadığı rolü göstermektedir.(Fig.8)

NEKROPOL (1. Kuzey Açması)

Enez’de, bu günkü spor tesisleri ile Taşaltı Gölü (Eski Çağ’da Taşaltı limanı) arasında, doğu batı yönünde uzanan taş döşemeli yol yer alır. Bir kolu doğuya, Keşan yönüne uzanan bu yolun diğer kolu ise, kuzeye yönelerek, Enez’in yaklaşık 35 km kuzeyinden geçen ve doğu-batı yönünde uzanan Via Egnatia ile birleşir (Başaran 1999a, 347). Eski Çağ’da Enez’e ulaşan tek karayolu olan bu yol, Taşaltı yamacı boyunca uzanan mezarların ve mezar anıtların önünden geçtikten sonra şehrin içine girer (Bu kesim henüz ortaya çıkartılamamıştır). Mezarlıklar Eski Çağ’ın kentlerinde genellikle kentin girişinde ve yolun yanında olurdu. Böylece kente gelenler, görkemli anıt ve mezarları görür ve selamlardı
Taşaltı yamacı dikey eğimli olup yaklaşık 30 m yükseklik gösterir. Nekropol, bu yamacın en alt kesiminde kuzey güney yönünde uzanmaktadır.    
Nekropolde, yamacın eğimi nedeni ile 7 m’lik toprak dolgusu içinde üst üste gelen çoğu kez 3, seyrek olarak da 4 gömü tabakası saptanmıştır. 
  
Ön sırasında görkemli anıtlar, podyumlu lahitler, doğuya bakan ön yüzlerinde mermer kabartmalar bulunan lahitler yer alır. Bu güzel eserler arasında en ilgi çekici olanı, dört basamaklı bir kaide üzerinde yükselen anıt göze çarpar. Yapımında kullanılan mimari teknikler ve süsleme öğeleri olan aslan ayaklar ile stilize sarmal dal motifler, anıtta Hellenistik Çağ’ın kendine özgü karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır.
   
Nekropolün kuzey tarafında kaide kısmı 2.10 x 2.40 m, üst kısımları ise, 1.70 x 2.00 m boyutlarında yapılmış başka bir anıt yer alır. Ölçülerinden de anlaşıldığı üzere yukarı doğru orantılı olarak daralan anıtın yüksekliği 2.30 m dir. Dış yüzü üzerinde in situ olarak ele geçen kalıntılardan anlaşıldığına göre anıt, renkli ince mermer levhalarla kaplanmıştı. Anıtı oluşturan blok taşların bağlantısı harç yerine kurşun kenetler kullanılarak yapılmıştır.
Erken Hellenistik Çağ’a tarihlenen bu görkemli anıtlar arasında ve temel seviyesinde Roma Çağ’ına tarihlenen lahitler ile kiremit kapaklı mezarlar yer almaktadır. Lahitler yerli kalker taşından yapılmış olup, üzerlerini semerdam biçimli iki veya üç taş kapak kapatmaktadır.Lahitlerin içinde genellikle bir, seyrek olarak da iki iskelet bulunmaktadır (Fig.6). kiremit mezarlar ise, yanlarda ikişer olmak üzere karşılıklı yerleştirilmiş dört kiremitten oluşur. Beşik çatı biçiminde yapılan bu mezarların içinde lahitlerde olduğu gibi bir veya iki kişi gömülmüştür. Mezarlarda kullanılan kiremitlerin genişlikleri 40-55 cm, uzunlukları ise OO- 85 cm arasında değişmektedir. kiremitlerin üzerinde üretildikleri atölyenin amblemi yer alır.
Aynı gömü tabakasında ölüyü yakarak gömme (kremasyon) geleneğinin varlığını gösteren kanıtlar ele geçmiştir. 
       
Bu uygulamada ölü yakıldıktan sonra, arta kalan kül, kemikler, hediyeler toplanarak urne adı verilen bir çömleğe doldurulur ve ağzı kapatılarak bir çukura yerleştirilirdi. Urne olarak kullanılan çömlekler, genelde bir testi (amfora), hydria veya küp gibi derin kaplardan oluşurdu (Erzen-Başaran 1991, 56 vd. Res.16-17). 
   
Tabakadaki gömütlerden ele geçen hediyelerin başında, cam ve pişmiş topraktan yapılmış unguentariumlar (koku şişeleri), laginoslar, pişmiş toprak heykelcik çeşitleri, Pişmiş toprak kabartmalı levhalar, takılar, çeşitli tabak tipleri, tek kulplu ya da kulpsuz maşrapalar ve tıb aletleri, takılar gibi eserler sayılabilir (Fig.7). Ayrıca, maşrapalar ile oturur durumda veya ayakta betimlenmiş pişmiş toprak heykelcikler, nekropolde çok yoğun biçimde kullanılmıştır. 
nez’in dışındaki yerleşim alanlarında seyrek olarak karşımıza çıkan ya da, hiç rastlanmayan söz konusu maşrapa ve heykelciklerin, Enez’de üretilmiş olmaları büyük bir olasılıktır. Eserlerle birlikte bulunan sikkeler ve başka yerleşim alanlarında bulunmuş olup da kesin tarihi yapılmış diğer buluntu örnekleri, Enez Nekropolü 3. gömü tabakasının M. C). 1. yüzyılın 2. yarısı ile M. S. 1. yüzyılın 1. yarısına ait olduğunu göstermektedir. Enez’de 3. gömü tabakasında ele geçen bu örneklerin benzerlerine, başta Aiolia ve Troas Bölgeleri olmak üzere, Bergama’da ayrıca Atina Agorası Batı Yamacı keramikleri arasında, Tarsus ve Antalya’da yaygın olarak bulunmuştur”

Akropol Kazısı

Enez’de yapılan kazı çalışmaları kale (akropol tepesi) içinde ve kale dışında olmak üzere iki ayrı alanda gerçekleştirildi. Denizden 25 m yükseklikte miyosen kalker alt yapılı kaya üzerinde yer alan akropol tepesinin çevresinde yaklaşık uzunluğu 740 m olan yüksek bir sur bulunmaktadır . Biçimleri ve planları farklı 15 kuleyle desteklenen sur duvarları yer yer 3 m genişliğe yaklaşmakta, yüksekliği ise 25 m’yi bulmaktadır. Kaleye girişi sağlayan iki kapıdan biri doğu, diğeri ise kuzey taraftaki surlarda yer almaktadır. Doğu tarafta yer alan 3 m genişliğindeki tonozlu ana giriş, biri altıgen diğeri kareye yakın plan gösteren kulelerle destekleniyor. Orta Çağ’a tarihlenen ve bugün büyük bir kısmı ayakta duran surun toprak altında kalan kesimlerinde Arkaik ve Hellenistik dönemlerinin duvar kalıntılarını görmek mümkündür. Bu kalıntılar, surun ilk kez kalenin kuruluşuyla birlikte, yani M.Ö. VII yüzyılın sonlarında yapıldığını kanıtlamaktadır. (Başaran 1998 a, 3). Enez Akropolünde yaptığımız derinleştirme çalışmalarında, yerli kayanın düzeltilerek değişik biçim ve ölçülerde mekanların oluşturulduğu görülmüştür.Burada yer alan anakaya mimarisinin en güzel örnekleri, kaya içine oyulmuş mahzenler, yerli kaya yontulup düzeltilerek oluşturulmuş olan dikdörtgen biçimli odalar ve değişik işlevli mimari kalıntılardan oluşmaktadır. (Başaran 1996, 109-111). (Fig.2)
 
 
Akropoldeki açmalarda, anakayanın tabanı üzerinde ver alan 30-40 cm kalınlıktaki moloz tabakası içinde, çoğunlukla elle biçimlendirilmiş, açkılı, koyu gri tek renkli keramik kalıntıları egemen durumdadır.   Genellikle, geniş ağızlı örneklerden oluşan bu çömlek grubu, Aiolların Enez’de yurtlanmalarından önce, burada yaşayan yerli halk tarafından yaygın biçimde kullanılmış olabileceğini düşünüyoruz.   Enez dışında, Trakya’nın değişik kesimlerinde ayrıca, Batı Anadolu ve Troas Bölgesinde M.Ö. 2. bin yılın sonlarına tarihlenen tabakalarda da, bu tür çömleklere rastlanılmış olması, söz konusu çömleklerin ne denli yaygın olduğunu göstermektedir. Bazı uzmanlarca Aiol keramiği adı verilen bu çömlek grubunun kökeni konusu henüz tartışmalıdır. Aynı yapı katında, koyu gri tek renkli çömleklerle birlikte, farklı teknik ve biçimde üretilmiş çanak çömlek türüne de rastlanmıştır. Diğerlerine göre sayıca az olarak karşımıza çıkan bu çömleklerin yüzeyi kaba görünüşlü olup, Bulgaristan’daki Karanovo III/ IV kültür katlarında ortaya çıkan çömleklerin özelliklerini yansıtmaktadır. Akropol’de yerli kayanın hemen üzerinde ver alan kültür katında diğer çömleklerle karışık durumda ele geçen söz konusu çanak çömlekler, Enez’in şimdilik kalkolitik Çağ’dan itibaren yerleşildiğini ve Balkanlarla olan kültürel ilişkisini göstermektedir.
   
 
Açmaların 2. yapı katını, Eski Yunan kültürlerini temsil eden tabaka oluşturuyor. Bu tabaka, aşağıdan yukarı doğru Arkaik, Klasik ve Hellenistik olmak üzere, 3 ayrı kültür evresini içinde barındırmaktadır. Tabakanın en alt kesiminde yer alan ve kalınlığı 0.75 m olarak belirlenen, Arkaik Çağ kültür evresi içinde, Enez’in doğu ile batı sanatının etkisinde kaldığını gösteren Oryantalizan, Korinth ve Attika malı çömlek kalıntıları ele geçmiştir.
 
 
Bunların arasında yer alan hayvan frizli Oryantalizan üslupla yapılmış örneklerin bazıları üzerinde, Doğu Yunan tarzında yapılmış sıra halinde otlayan yabani keçiler, ya da doğulu keramik ustalarının korinth vazo sanatından etkilenerek ürettikleri aslan betimleri ver almaktadır. Bu stile giren çömlekler üzerindeki hayvan frizleri üst üste gelen sıralardan oluşur. Hayvan betimlerinin ikonografisi, kalça ve omuzların bordo renklerle, ayrıntıların boşluk bırakılarak belirlenmesi en önemli özelliktir. Bu tür eserler M.Ö.7.yüzyılın son dörtlüğüne tarihlenmektedir. Enez’de aynı tabaka içinde bezemedeki ayrıntılar kazıma çizgilerle yapılmış başka bir grup eser çok yaygın olarak gün ışığına çıkmıştır.
  
 
Attika çömlekçiliğinin benzeri olan bu grup, Orta Oryantalizan (M.Ö. 600-575) dönemine tarihlenen eserlerden oluşmaktadır. Bu eserlerin üzerinde görülen bezeme üslubu, yaptığı poloslu kadın figürlerden dolaylı, Polos Ressamı olarak adı verilen bir usta tarafından üretildiklerini veya bu ustanın etkisinde çalışan başka bir atölyenin ürünü olduklarını göstermektedir. Bu yüzyılın başında Attika çömlekçiliği Akdeniz, Karadeniz ve Kuzey Ege çevresinde kurulmuş olan yerleşmelerde kendini göstermeye başladığı dönemdir (Boardman 1993,17). Dönemin çömlekleri üzerindeki betimlerin ayrıntıları, kazıma tekniğinin yanı sıra bordo renkler de kullanılarak belirlenmiştir. Söz konusu özellikler, Attika malı keramiklerin biçimlerinde ve üzerlerinde ver alan motiflerde Korinth çömlek sanatı geleneğinin etkisi olduğunu gösteriyor. Enez Akropolünde ve Killik mevkiinde yapılan sondajlarda bu üslupla yapılmış çok miktarda vazo parçası dağınık olarak ele geçmiştir. Söz konusu eserlerin Attika siyah figür tekniğinde bezeme yapan veya bunların etkisinde çalışan Enezli bir usta veya Enez’de faaliyet gösteren bir atölyede üretilmiş olabileceğini sanıyoruz.
   
 
Yine, Oryantalizan stilde yapılmış eserlerden oluşan başka bir çanak çömlek grubu, aynı kültür evresinin önemli buluntuları arasında ver almaktadır. Ege Adaları ve tüm Batı Anadolu’nun yerleşim yerlerinde yaygın olarak karşımıza Çıkan bu keramik gurubun en önemli özellikleri, kirli beyaz astar zemin üzerine bitki ve hayvan betimlerin, ayrı ayrı friz sıralarında yer almalarıdır.
 
 
Söz konusu buluntular içinde yer alan kapların ağız kenarları ile frizler arasında ayırıcı motif olarak, siyah ve beyaz kareciklerden oluşan merdiven biçiminde bantlar kullanılmıştır. Bantlar arasında kalan geniş alanlar, lotuslar, rozetler ile otlayan yabani geyikler, aslanlar ve değişik kuşlarla doldurulmuştur. Arkaik Çağ’a tarihlenen bu kültür evresinden ele geçen eserler, Enez’in M. Ö. 6. yüzyılın başlarından itibaren hem batının hem de, doğunun etkisinde kaldığını ve bunlardan esinlenerek yerel özellikler gösteren değişik eserler ürettiklerini gözlemliyoruz. Bunların basında mimariye ait elemanlar gelmektedir.
  
 
Enezlilerin Arkaik Çağ’da mimariye çok önem verdiklerini ve bu alanda sah eserler yarattıklarını görüyoruz. Özellikle, kale içinde yapılan bütün derin açmalarda yerli kaya bir dantel gibi işlenerek çok amaçlı büyük mekanlar elde edilmiştir. Gün ışığına çıkan kalıntılardan anlaşıldığına göre, bu döneme ait dini yapıların duvarları veya çatı saçakları, ön yüzleri değişik renkli motiflerle süslü pişmiş toprak levhalarla kaplıydı. Tapınak çatısının taşınmasında ise, Anadolu’da yaygın bir başlık olan ve olağanüstü güzel işçilikleriyle dönemin en güzel yaratıları arasında yer alan dikey volütlü Aiol sütun başlıkları kullanılmıştır (Fig.3).
  
 
Akropolde, yerli kayanın yaklaşık 100 m üzerinde yer yer yangın kalıntıları gözlemlenmiştir. Pers savaşlarından kaynaklandığı anlaşılan bu tabakanın üzerindeki kültür katında ise, M.Ö. 5. yüzyılın kırmızı figür tekniği ile üretilen Attika malı keramik kalıntıları egemen durumdadır. Tarihi bilgilerimiz ve kazılardan ele geçen kalıntılardan özellikle kırmızı figür tekniği ile üretilmiş olan çömleklerin fazla miktarlarda bulunmuş olması, Enez’in bu yüzyılın başında Atina ile siyasi, ekonomi ve kültürel alandaki ilişkilerin üst düzeyde olduğunu gösteriyor. 
Enez’de basılan sikkeler ise, kentin bu çağda Atina ile sanat alanında rekabet edebilecek durumda olduğunu kanıtlamaktadır.
   
 
Akropolde yapılan açmaların tümünde Klasik Çağ tabakasının hemen üzerinde Hellenistik çağ’a tarihlenen kalın bir tabaka yer almaktadır. İçinde mimari kalıntıların saptandığı bu tabaka, Akropolde yaşam geleneğinin Hellenistik Çağ’da da devam ettiğini kanıtlıyor. Bu dönemin en önemli yapı kalıntısı kuşkusuz, mahzenin güney doğusunda yer alan dikdörtgen planlı mekandır. Mekanın duvarları, dikdörtgen biçimli taslar kullanılarak bindirme tekniğiyle yapılmıştır. Mekandan ve diğer açmalardan Hellenistik Çağ’a özgü değişik formlu tabaklar, Megara kase parçaları, pişmiş toprak figürler veya dönemin modası olan kantharoslar (içki kadehi) ile siyah fırnisli ortası palmet motifi baskılı değişik biçimli kaplar, ortası çukur yayvan balık tabakları, ryton gibi bir çok eser, bu tabakanın önemli buluntuları arasında ver almaktadır(Fig.4).
   
 
Trakya, M.Ö. 190 yıllarında Romalıların egemenliğine geçince, Enez tekrar belirli bir süre için bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu tarihten sonra Roma İmparatorluğunun egemen olduğu bütün bölgelerde uzun bir barış dönemi yaşandığı için, oturma birimleri kalelerin dışına taşınmıştır. Bu nedenle, akropoldeki açmalarda Roma Çağı’na tarihlenen 3. kültür katı, kalınlığı az olan ve sınırları kesin çizgilerle belirlenemeyen bir tabakayla temsil edilmektedir.
   
 
Akropolde yer alan Roma dönemi kültür katında genellikle bu çağa özgü olan terra sigillata türü keramik kalıntılarla birlikte, pişmiş topraktan üretilmiş aydınlatma cihazları (kandiller) ile değişik biçimli mutfak malı çömleklere rastlanmıştır.
   
 
Enez Bizans döneminde çok önemli bir prenslik merkeziydi. Bizans İmparatoru Justinianus, kentte bir çok imar faaliyeti yapmış ve kuzeyden gelebilecek saldırılara karsı kale duvarlarını tamir ettirmiştir. Akropol’de yapılan kazılarda Bizans ve özellikle Orta Çağ’a tarihlenen çok önemli dini ve siyasi yapı kalıntıları ortaya çıkmıştır. Kalınlığı yaklaşık 300 m olan bu tabakada, çeşitli dönemlerle tarihlenen devşirme taşlardan yapılmış duvarlar, 11 yüzyıla tarihlenen bir saray kalıntısı ve şapeller yer almaktadır. Ayrıca bu tabaka içinde, yeşil sırlı ve içlerinde değişik motif ve kuşların sgraffıto tekniğiyle betimlendiği tabaklarla çeşitli buluntular ele geçirilmiştir.
Kaledeki açmaların tümünde toprak üst yüzeyinin yaklaşık 1.80 m kalınlıktaki bölümü içinde, son dönemlere ait olan yapı duvar kalıntıları yer almaktadır. Burada ortaya çıkan duvarların işçilikleri genel olarak basittir. Her iki yüzü sıvalı ve beyaz badanalı söz konusu duvarların temel derinlikleri (0.40 ile (0.60 m’ler arasında değişmektedir. Mekanların tabanları çoğunlukla sıkıştırılmış toprakla yapılan bu yapı katından, üstü koyu yeşil, sarımsı veya kahverengiyle sırlanmış çömlekler ile sırsız mutfak malzemesi çömlek kalıntıları çoğunluktadır.

Genel Tarihçe

Enez, Kuzey Ege sahilinde Trakya’nın en önemli akarsuyu olan Meriç Nehrinin denize döküldüğü yerde günümüzden yaklaşık 7500 yıl önce küçük bir köy topluluğu biçiminde kurulmuştur. Kültürlerinden Anadolu kökenli oldukları anlaşılan bu topluluk, kendi kültürlerini yerel kültürler ile birleştirerek kendilerine özgü bir yaşam biçimini geliştirmişlerdir. Ayrıca bu topluluğun Anadolu kültürünü Balkanlara taşınmasında öncülük ettiği anlaşılmıştır.
 Eski çağda Ainos adını taşıyan Enez’de, önceleri Trak kabilelerinin birleşmeleri ile Poltyobria adını alan bir şehir devletinin kurulduğu Antik çağ yazarları tarafından bahsedilmektedir. Ancak bu verimli ovada yurtlamak isteyen Kuzey Batı Anadolu bölgesinde yerleşmiş bulunan Aioller bu kenti ele geçirerek Ainos adını vermişler, bu günkü Enez’i kurmuş ve bağımsız bir devlet durumuna getirmişlerdir.
          Enez Eski Çağda Taşoz Boğazından, Çanakkale Boğazına kadar olan Kuzey Ege kıyılarında korunmuş tek liman olduğundan bu bölge şehirleri arasında büyük bir önem taşıyordu. Ayrıca Meriç Nehri Enez’i zengin Trakya İnterlandına bağlamaktaydı. Bu doğal su yolu sayesinde Karadeniz’e ulaşmak mümkün olmuştur. Bundan dolayı ticaret merkezi durumuna gelen Enez Antik Çağda sanatı ve zenginliği ile ün’e kavuşmuştur.
 Enez M.Ö.VI.yüzyılın sonlarında Perslerin, daha sonra Büyük İskender’in ve Romalıların hakimiyetine girmiştir. Bizanslılar zamanında Enez, İmroz ve Semendirek adalarını içine alan bir Persliğin merkezi idi. Bizans’ın sonlarında Cenovalılar şehre hakim oldular.
          Enez 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet’in komutanı Has Yunus Bey tarafından deniz ve karadan kuşatılmak suretiyle zapt edilmiş ve Osmanlı Devletine katılmıştır. 19.YY’da önemini kaybetmeye  başlayan Enez 1953 yılına kadar bucak olarak kalmış, 1953 yılında 668 sayılı Kanunla ilçe olmuştur.

Eski Enez 1908-1911

Kim tarafından çekildiğini bilmediğimiz bu fotograflar, üzerlerine yazılmış çeşitli notlardan anlaşıldığı üzere 1908-1911 yıllarını kapsamaktadır. Fotografların çogunluğu, zamanında Çavuş Köy'de bulunan Manastıra aittir. Bize, Enez'in Eski belediye Başkanı Şevket Kurt tarafından 4 sene kadar önce bir cd ye kayıtlı olarak verilmişti. Daha sonra Enez'in eskilerinden Belkıs Esencan'ın internet sayfasında aynı fotograflarla karşılaştım. Konusu Enez olan bir siteye yakışacağını ve belkide bu fotografların yeni birtakım konuları açacağını düşünerek buraya koyuyorum. Üzerlerindeki yazıların tercümeleri çok işe yarardı aslında.